Şehir Tıp Dergisi
Latest Publications


TOTAL DOCUMENTS

20
(FIVE YEARS 20)

H-INDEX

0
(FIVE YEARS 0)

Published By Academician Publishing

2717-9699

2020 ◽  
Vol 1 (3) ◽  
pp. 92-97
Author(s):  
Emine Şener ◽  
Özlem Demircioğlu ◽  
Emine Öztürk

Bu çalışmada, özellikle malign potansiyeli olan meme lezyonlarında ultrason eşliğinde uygulanan ince iğne aspirasyonunun güvenilirliği değerlendirildi. İnce iğne aspirasyon siyolojisi ile olguların eksizyonel biyopsilerini karşılaştırarak ince iğne aspirasyonunun kesin tanıya ulaştırabilirliği araştırıldı. Hastanemiz Radyoloji Kliniği meme ünitesinde 2005-2009 tarihleri arasında memedeki kitlesine US eşliğinde ince iğne aspirasyon sitolojisi (İİAS) yapılan olgular dahil edildi. 163 olguda saptanan ve İİAS uygulanan 163 solid kitle retrospektif olarak tarandı.  İİAS’nin lezyon gruplarına göre özgüllük oranı, duyarlılık oranı, negatif öngörü oranı ve yanlış negatiflik oranı hesaplandı. Sonografik olarak BIRADS 3 olarak değerlendirilen 124 kitlenin 116 tanesinin aspirasyon sonucu benign, 7 tanesinin sonucu tanısal olmayan sitoloji ve 1 tanesinin sonucu maligndi.  İİAS’nin BIRADS 3 lezyonlar için yanlış negatiflik oranı %0,8, negatif öngörü oranı %99.1 olarak hesaplandı. BIRADS 4 olgularda IIAS sonuçları ile eksizyonel biyopsilerin sonuçları karşılaştırıldığında, sitolojisi adenozis olarak raporlanan bir olgunun biyopsi sonucunun da adenozis olduğu (%100), benign sitoloji olarak raporlanan 11 olgunun 1’i lobüler karsinoma insitu (%9), 3’ü(%27) fibroadenom, 7’si(%64) ise fibrokistik hastalık olarak raporlandı.  Sitoloji sonucu malign bildirilen 5 olgunun doku tanıları ise 3 infiltratif duktal karsinom (%60), 1 infiltratif lobüler karsinom (%20) ve 1 insitu karsinom (%20) olarak raporlandı. Sitoloji sonucu duktal karsinom bildirilen 1 olgunun doku tanısı da duktal karsinom olarak raporlandı. Sonografik olarak BIRADS 5 kriterdeki 7 kitlenin boyutları 13-24 mm arasında (ort 19 mm) idi. Bu lezyonların İİAS sonuçları 3 malign sitoloji(%43), 4 duktal karsinom idi (%57). Duktal karsinom olarak sitolojisi raporlanan olguların tamamının doku tanısı da duktal karsinom, malign sitoloji olarak raporlanan olguların 2’si lobüler karsinom(%67), 1’i ise duktal karsinom olarak raporlandı (%33). Sonuç olarak İİAS iyi bir sitolog varlığında, radyoloji ve klinik ile beraber değerlendirildiğinde güvenilir sonuçlar vermekle beraber şüpheli ve uyumsuz sonuçlarda doku tanısı ile desteklenmesi gerekmektedir.


2020 ◽  
Vol 1 (3) ◽  
pp. 98-99
Author(s):  
Gülüzar Traş ◽  
Salih Kılıç ◽  
İbrahim Halil Kurt

Pulmoner arteriyel hipertansiyon yüksek mortalite ve morbiditesi olan progresif bir hastalıktır. Hastalığın terminal döneminde sağ kalp yetmezliği bulguları belirginleşmekte ve yaşam kalitesinde bozulma ile birlikte hastaneye yatışlar uzamaktadır. Periton diyalizi uzun yıllardır kronik böbrek yetmezliği hastalarında hemodiyaliz ile birlikte kullanılmakta olan  komplikasyonu düşük bir işlemdir. Literatürde refrakter kalp yetmezliğinde  kısıtlı hasta sayısı ile yapılan çalışmalarda periton diyalizinin hastaneye yatışta ve mortalitede  azalma sağladığı gösterilmiştir


2020 ◽  
Vol 1 (3) ◽  
pp. 100-102
Author(s):  
Gunay Ekberli ◽  
Ufuk Ates ◽  
Firat Sertturk ◽  
Anar Jafarov ◽  
Ahmet Murat Cakmak

A rare case of accessory scrotum and penoscrotal transposition with co-occuring anal atresia is reported because of it’s infrequency. Diagnosis, management and result of one-day-old newborn with high anorectal anomaly and perineal lipoma bearing accessory scrotum aimed to  be  presented in the light of literature screening.


2020 ◽  
Vol 1 (3) ◽  
pp. 79-84
Author(s):  
Örsan Deniz Urgun ◽  
Gülüzar Traş ◽  
İbrahim Halil Kurt ◽  
Salih Kılıç

Introduction: The prognostic value sex difference demonstrated in cardiovascular diseases. In present study, we evaluated the prognostic value of sex difference in patients who underwent transcatheter aortic valve replacement (TAVI). Material and Methods: Totally, 130 patients who underwent TAVI between January 2016 and December 2018 included retrospectively. Median follow-up time was 324 (IQR 226) days. Demographic characteristic of patients recorded from hospital record system and patients’ fields. Primary outcome was all cause mortality during follow-up.  Results: Mean age of study population was 77.1 ± 7.8 years and female gender was significantly older than male gender. There was no significant difference between groups in term of demographic and laboratory parameters except smoker rate and mean haemoglobin level. During follow-up totally 34 (%26.2) patients were died (male 34.5%, female 20.0%; p= 0.062) and there was no significant difference between groups. Conclusion: In our single-center retrospective study, we showed that there was no significant difference in gender difference in all-cause mortality during short-term follow-up after TAVI.


2020 ◽  
Vol 1 (3) ◽  
pp. 71-78
Author(s):  
Kübra İrday ◽  
Ayşe Erbay ◽  
Nalan Yazıcı ◽  
Özgür Ceylan ◽  
Mehmet Cenk Belibağlı
Keyword(s):  

Amaç: Kemoterapi ve radyoterapi tedavisi vücuttaki tüm hücre fonskiyonlarını etkilemektedir. Malign hücrelerin vücuttan temislenmesi C-reaktif protein (CRP) ve ve prokalsitonin (PCT) de dahil olduğu diğer hücre ve sistemlerin bozulmasına neden olmaktadır. Bu çalışmanın amacı tedavi altındaki kanser tanısı olan ve kanser öyküsü olmayan çocuk hastalardaki ateş ataklarında alınan örneklerdeki CRP ve PCT değerlerini enfeksiyon şiddetinin belirlenmesi açısından karşılaştırmaktır. Yöntem: Çalışma retrospektif ve kesitsel olarak tasarlanmıştır. Veriler Başkent Üniversitesi Adana Turgut Noyan Uygulama ve Araştırma Merkezi Pediyatri Kliniğinde 01.01.2014 ile 31.12.2016 tarihleri arasında takip edilen 179 hastanın tıbbi kayıtlarından toplanmıştır. Ateş bulgusu olan hastalar arasından kemoterapi ve veya radyoterapi alan kanserli vakalar çalışma grubu için seçilirken, kanser öyküsü olmayanlar kontrol grubuna alınmıştır. Statistical Package for Social Sciences (SPSS) 17.0 programı very analizinde kullanılmıştır. Kritik anlamlılık 0.05 olarak belirlenmiştir. Bulgular: Toplam 234 ateş atağının kaydedildiği çalışmada popülasyonun heterojenitesi yüksekti. Çalışma grubunun CRP ve WBC değerleri negatif korelasyon göstermiştir (r: -0.31, p=0.001). Benzer olarak, nötropeni derinleştikçe CRP değerlerinde artış gözlenmiştir (p=0.000). Zıt olarak, kontrol grubunda CRP seviyeleri WBC seviyelerine paralel olarak artış göstermiştir (r: 0.245, p=0.008). Çalışma grubunun analizinde lemfoma ve lösemi tanısı ile takip edilen PCT değerleri 0.5’in üzerindeki hastalarda PCT değerlerindeki artışın uzamış antibiyotik kullanım süresi ile ilişkili olduğu gözlenmiştir (p= 0,034). Sonuçlar: Bu özgün çalışmada tedavi altındaki kanser tanısı olan ve kanser öyküsü olmayan çocuk hastalardaki ateş ataklarında alınan örneklerdeki CRP ve PCT değerleri karşılaştırılmıştır. Çocuk polülasyonda gerçekleştirilen bu çalışmada enfeksiyon şiddetinin belirlenmesi açısından CRP ve PCT arasında herhangi bir üstünlüğe rastlanmamıştır.


2020 ◽  
Vol 1 (3) ◽  
pp. 85-91
Author(s):  
Xayala Muradova ◽  
Ece Bahçeci ◽  
Keziban Dogan

Objective: In this study, we aimed to make a retrospective analysis of the follow-up and the treatment of the patients who were admitted to our clinic, which is a tertiary center, with the preliminary diagnosis of ectopic pregnancy between 2010-2016 in order to contribute to the data related to ectopic pregnancy in our country.Materials and Methods: We retrospectively evaluated the follow-up and the treatment of 452 patients who were admitted to our clinic with a diagnosis of ectopic pregnancy between 2010-2016. We separated these cases into different groups according to their diagnosis, the way of treatment and results.Results: The study was conducted in …….. Hospital, between 2010-2016 with 452 female cases. We did not visualize any ectopic mass in 12,6% of the cases (n = 57); 85% (n = 385) was tubal; 0.2% (n = 1) was cornual; 1.2% (n = 5) was ovarian, 0.2% (n = 1) was heterotropic; 0.4% (n = 2) was molar pregnancy, and 0.2% (n = 1) was scar pregnancy. Methotrexate(MTX) treatment success rate was 72.7% 17% (n = 77) of the cases used MTX; general rupture rate of the cases were 25,7% (n = 116); rupture rate after MTX treatment was 27.2% (n = 21). In the MTX group the rate of detecting an ectopic mass was significantly higher (p = 0.001; p <0.01). 74.1% (149 cases) of the cases we performed laparoscopy and 25.8% (53 patients) of the cases we performed laparatomy. 86% (173 patients) was performed salpingectomy, 10.9% (18 patients) salpingostomy, and 2.9% ovarian resection.Conclusion: Looking at the data in our clinic, we use follow-up, surgical and medical treatment methods. The success rate of medical treatment was 72.7% and laparoscopic surgery was performed in 74.1% of the cases.


2020 ◽  
Vol 1 (2) ◽  
pp. 46-51
Author(s):  
Hüseyin Aksoy ◽  
Kenan Topal

Amaç: Üriner inkontinans (Üİ) en sık görülen geriatrik sendromlardan bir tanesidir. Kadınlarda Üİ ile ilgili literatürde çok sayıda risk faktörü tanımlanmıştır. Bu nedenle genç popülasyondan ayrı olarak yaşlı hastaların değerlendirilmesinde Üİ ile ilgili öncelikli risk faktörlerinin bilinmesi önemlidir. Bu çalışmada 65 yaş üstü kadınlarda üriner inkontinansa ait risk faktörlerinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Retrospektif kesitsel tipteki bu araştırmaya Aile Hekimliği Kliniği Yaşlı Sağlığı Polikliniği’ne 01.05.2017-30.06.2017 tarihleri arasında ayaktan başvuran 65 yaş ve üstü 164 kadın hasta dahil edildi. Hastaların sosyo-demografik özellikleri, Üİ, mobilite, diyabet ve depresyon  yönünden değerlendirme verileri, ilave kronik hastalıkları ve diüretik kullanım durumları hasta dosyaları taranarak kaydedilmiştir. Bulgular: Katılımcıların yaş ortlaması 73.5±7.2 yıldı. %52.4’ünde Üİ mevcuttu. Üİ mobilitesi azalmış hastalarda mobilitesi normal olanlara göre anlamlı olarak daha sık görülüyordu (sırasıyla %80.9 ve %19.1). Depresyon riski yüksek hastalarda Üİ anlamlı olarak daha sıktı (sırasıyla %69.6 ve %30.4). Daha uzun süredir diyabeti olan hastalarda ve daha yüksek HbA1c değerlerine sahip hastalarda Üİ daha sık görülüyordu (p<0.007 ve p=0.001). Yapılan lojistik regresyon analizine göre yaşlı kadın hasta grubunda Üİ için bağımsız risk faktörleri; Azalmış mobilite (OR:19.81,p=0.011), depresyon riski (OR:9.75,p=0.017), düşük eğitim durumu (OR:4.75,p=0.049) ve HbA1c yüksekliği (OR: 1.83,p=0.004) olarak tespit edilmiştir. Sonuç: Bu çalışmanın sonucuna göre; Azalmış mobilite, depresyon riski, düşük eğitim seviyesine sahip olma ve yüksek HbA1c değerleri 65 yaş üstü kadınlarda Üİ için bağımsız ve önde gelen risk faktörleridir.


2020 ◽  
Vol 1 (2) ◽  
pp. 31-37
Author(s):  
Feyza Çiftel ◽  
Özlem Yönem ◽  
İhsan Habiboğlu ◽  
Ahmet Aktaş ◽  
Mehmet Yıldız

Giriş ve Amaç: Bu çalışmadaki amacımız CÜTF (Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi) Dönem 4-5-6 öğrencilerinde GÖRH’nın sıklığını, semptomların dağılımını ve hastalığın beslenme, sosyo-demografik özellikler vb. ile olan ilişkisini saptamaktır.Gereç ve Yöntem: Araştırmanın örneklemini 2014-2015 eğitim döneminde CÜTF de öğrenim gören dönem 4-5-6 öğrencileri oluşturmaktadır. Araştırmada veriler araştırmacılar tarafından oluşturulan katılımcıların bireysel özelliklerinin tanınması için yaş, cinsiyet, eğitim, medeni durum gibi özelliklerin yer aldığı soru formu, tıbbi öykü durumu ve GÖRH’nı sorgulayıcı reflü anketinin katılımcılar tarafından doldurulması ile elde edilmiştir.Bulgular: Çalışmaya alınan kişilerden 358 kişi anketi eksiksiz olarak doldurmuş ve çalışmaya alınmıştır. GÖRH prevalansı % 21,7 (n=78) olarak saptandı. Hastaların % 36,3’ü pirozis ve/veya regürjitasyon yakınmalarıyla daha önce sağlık kurumuna başvurmuştu. GÖRH ile stres, yemekten sonra uzanma, gazlı içecek ve aile de GÖRH bulunma öyküsü arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. Ancak, yaş, cinsiyet, medeni durum ile ilişkili saptanmamıştır.Sonuç: CÜTF dönem 4-5-6 öğrencilerinde GÖRH prevalansının Türkiye’de yapılan diğer çalışmaların sonuçlarına ve batı ülkelerindeki sonuçlara yakın ama biraz daha yüksek olduğu görüldü. Katılımcıların tıp fakültesi öğrencisi olması nedeniyle yüksek stres altında olması, düzensiz yaşam tarzı ve dengesiz beslenme alışkanlığı varlığını bu yüksekliğin sebebi olarak düşünmekteyiz. Bu konuda daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.


2020 ◽  
Vol 1 (2) ◽  
pp. 67-69
Author(s):  
Nazmi Özer ◽  
Hüseyin Kılavuz ◽  
Ahmet Şeker ◽  
Abdullah Şahin ◽  
Sinan Sözütok

Hepatic portal venous gas (HPVG) is a rare clinical picture with high mortality. It is characterized by the accumulation of gas in the portal system on radiological examination. We presented a 74-year-old male patient who was followed up due to sigmoid diverticulitis, developed progressive colo venous fistula and HPVG during the follow-up and resulted in death. Diverticulitis is mainly associated with sigmoid diverticulosis. The anti-biotherapy is preferred if there is any contamination in the surrounding adipose tissue or an abscess formed adjacent to the colon wall. However, surgery is required if there is no regression in the follow-up. Colovenous fistula is rarely seen in the etiology of HPVG, but it is among the diagnoses to be kept in mind. The quick diagnosis of disease, the determination of its etiology and the choice of surgical treatment, and the post-operative intervention will decrease the mortality rates associated with the disease.


2020 ◽  
Vol 1 (2) ◽  
pp. 38-45
Author(s):  
Ümit Çelik ◽  
Ümmühan Çay ◽  
İlknur Tolunay
Keyword(s):  

Amaç: COVİD-19, dünyada yıkıcı etkilerini her alanda gösterirken bugüne kadar edindiğimiz bilgilere göre COVID-19 çocukluk çağında iyi prognozlu bir enfeksiyondur.  Öte yandan tüberküloz bir global sağlık problemi olup çocuklarda erken tanı ve tedavisi son derece önemlidir. Her iki hastalık da çoğu kez ateş ve öksürük semptomlarıyla bulgu vermekte ve yakın temas yoluyla bulaşmaktadır. Bu çalışmada, COVİD-19 pandemisinin tüberküloz hastalığı kontrol programları, tanı ve tedaviye etkilerini araştırmak amaçlanmıştır. Gereç yöntem: Sağlık Bilimleri Üniversitesi Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği’nde 11 Mart 2020-15 Haziran 2020 tarihleri arasında tüberküloz tanısı almış çocuk hastaların demografik, klinik, laboratuvar bulguları, tedavi ve prognozları değerlendirilmiştir. Bulgular: Pandemi döneminde merkezimizde 5 çocuğa tüberküloz tanısı kondu. Hastaların 1’i kız, 4’ ü erkek olup ortalama yaş 125 ay idi. Hastaların ortalama semptom süresi 14 gündü. İki hastaya ateş ve öksürük semptomları nedeniyle nazofarengeal sürüntüde COVİD-19 polimeraz zincir reaksiyonu bakıldı ve negatif saptandı. Tüberküloz saptanan hastalardan ikisinin yakın temas öyküsü mevcuttu. Olguların tamamında ekstrapulmoner tüberküloz ve 3 hastada akciğer tüberkülozu mevcuttu. Hastaların 1’i akciğer ve plevra tüberkülozu, 1’i nüks lenf bezi tüberkülozu, 1’i vertebra ve akciğer tüberkülozu, 1’i santral sinir sistemi ve akciğer tüberkülozu, 1’i plevra ve abdominal tüberkülozu idi. Hastaların 2’sinin tüberkulin cilt testi testi pozitif, 2’sinin interferon gamma salınım testi pozitif, farklı vücut sıvılarında asidorezistan basil bakılan 4 olgunun 3’ü negatif idi. Üç hastada tüberküloz PCR pozitif saptandı. Üç hastanın kültüründe M.tuberculosis üremesi oldu. Tüm hastalara başlangıçta dörtlü antitüberküloz tedavi başlandı. Takip süresince tüberküloz menenjit tanılı hasta ex oldu, diğer hastaların takiplerine devam edilmektedir. Sonuç: Pandemi döneminde tüberküloz önemli bir halk sağlığı problemi olamaya devam etmiş yeni tanı konulan vakalarda azalma olmamıştır. Tipik COVİD-19 öykü ve görüntüleme bulguları olmayan hastalarda tüberküloz düşünülmeli, bu hastalarının tanı ve tedavisinin gecikmemesi için sağlık kuruluşları gerekli tedbirleri almalıdır.


Sign in / Sign up

Export Citation Format

Share Document